14 Kasım 2014 Cuma

Nizar Kabbani - Üstadım Hüzün

1.
sorup durdular
(duyuyor musun çığlığını hüznümün)
son şiir kitabımı okuyanlar:
nasıl haykırır ki hüzün?
ve acı
ya mümkün mü gözdeki bir damla yaşın haykırması?
bilmiyorum nasıl cevap vereceğim bu soruya
kitabıma nasıl isim bulduğumu da bilmiyorum
ve bilmiyorum nasıl bulduğumu başlıklarını da
çünkü onlardır genellikle seçen beni
ben değil
bildiğim tek şey 
hüznüme
haykırış vasfını vermek istediğimdir
süvarilerin soyundan kılmaktı
şahsiyetini vererek 
ve azametini

2.
haykırıştır bir çeşit yazmak da
lisanla
ve bir haykırıştır aşk da
sevdiğimiz tüm kadınların işittiği
beraber oturduğumuz vakit
işitmeyen kalbimin çığlığını
ve damarlarımın
kalastandır ancak
ve dişiliği ertelenmiş bir kadın

3.
hüzün üstadımdır benim
külrengi yazmayı
ve gri bir sesle şiir söylemeyi
elinde öğrendiğim
gri gözyaşlarıyla omzunda ağlamayı
sevgilimin

4.
sevinçse
çenesi düşük bir üstaddır ancak
kağıt oyunları
bisiklete binmek
balık avı
ve rockla dansetmekten başka
birşey öğrenmediğim

5.
sevinç kendisine güvenilmeyecek bir dosttur
çünkü yalnız kendi rahatını düşünür

6.
sevdiğim kadında ben
dramatik bir düğüm ararım
ışıltılı oyun partileri değil
şahidi olacağım

7.
mutluluk tutuşturan kadın
söndürür beni
ve solgunluğuyla kokulanmış kadın
tutuşturur beni

8.
itiraf edeyim mi size?
solgun yüzlü bir kadındır 
yakan beni
bir yıldırım gibi
ve gözlerinden bir damla gözyaşı
bir Bizans Kilisesinin vitrayı gibi
kıran beni

9.
[seviyorum seni... ağladığında
seviyorum yüzünü... bulutluyken, hüzünlendiğinde
eritiyor hüzün ikimizi
bazı kadınların güzeldir yüzleri
ve en güzeldir ağladıklarında]

10.
en güzel yanı hüznün
yüksek sesle konuşmaması
fiyakalı giysiler giymeyişi
ve yüzük takmaması parmağına
sonra
saldırmaması davulla, trompetle
halhallar ve hışhışlarla üzerine
acemi dansçıları gibi
Harlem Caddesinin

11.
çantasını toparlayıp
gittiğinde tatile
hüznüm
özlüyorum

12.
sen
güzel olamayacaksın asla
sana sürme çeken
saçlarını tarayan
elbiselerini temizleyen
ve gözyaşlarıyla ayaklarını yıkayan
hüznüm olmadan
ki
odur seni şiir kitaplarının ilk şiiri yapan

13.
sevgin hüzünlü olmayı öğretti bana
asırlarca
beni hüzünlendirecek
kuşlar gibi
kollarında ağlayacağım
ve kırılmış kristal parçalarını toplar gibi
parçalarımı birleştirecek
bir kadına muhtaçken

14.
ay sıkıldığında ışığından
gizlenir gerisine gri bir bulutun
bizi terketti sanırım

15.
Arap neyinin sesi
kurumayan bir yaradır Kerbela'dan beri

18.
her sabah hüznümle oturur balkona
beraber kahvemi içerim
gazetemi gözden geçirir
en son kasidelerimi okurum ona

19.
hüznümdür sadece
kasidelerimi bilen
yayın için göndermeden önce

20.
Grek değiliz biz
trajedidir seçimimiz
bir nehir uzanır
Kerbela'dan Filistin'e
kıyısız

21.
Avam Kamarası yaratmadı 
İngiliz medeniyetini
Lordlar Meclisi de
Külrengidir yaratan
Kraliçe Viktorya da değil

22.
1952'de gittim Londra'ya ilk defa
oturduğum vakit Hyde Park'da bir banka
sincaplar geldi
benimle gazetemi okumaya
ve bir ördek çıkıverdi gölden
katılmak niyetiyle kahvaltıma
sonra
çıkarıverdi kasidem çarşafını
Dımeşki pabuçlarını
ve yürüyüp gitti
yalınayak
dinmeksizin yağan yağmurun altında
haritasız hürriyetlerin ıssızlığında

23.
1952 Kasım'ında 
evlendi benimle
Serpentine gölünden bir beyaz ördek
çok şiir söyledik
ve çok ördek yaptık
bu kelimeler yazılırken
su altında
soluyorum hala
ve gölün derinliklerinden
bağırıyorum hala
boğuluyorum...
boğulu...
boğu...

26 Haziran 2014 Perşembe

Bu Nasıl Bir Lanet?

"Toprak yolun bittiği noktada, önümde sarı bir deniz uzanıyor. Dizlerimin üstüne çöküp, sudaki aksime bakıyorum. Bu yüz, benim yüzüm. Bu gözler, benim gözlerim. Ellerim, benim ellerim... Hep kendim kalacağımı idrak ediyorum o zaman. Tanrım, bu nasıl bir lanet? Derimi yırtmak, gözlerimi oymak, dişlerimi sökmek bir işe yaramaz. Kendime mahkumum. Ağlasam, gözyaşlarım benim gözyaşlarım. Ben cehennemde değilim, cehennem benim içimde."

  Alper Canıgüz (Alper Kamu Cehennem Çiçeği, April Yayınları)